TATİL VE ÇOCUK…

Tatilleri çok severim. Çok yoğun geçen okul günleri ,verilen onca ödev, servislerde ve trafikte geçen sıkıntılı saatleri unutturacak güzel tatil günlerinin özlemini duyarım çoğu kez. Nefes alabileceğim, gönlümce dinlenip eğleneceğim günlerin heyecanını yaşarım günler öncesi. Belirsizliklerin korkusunu yeni edineceğim arkadaşların, yeni öğreneceklerimin sevinci ile dengelemeye çalışırım içten içe. Nereye gittiğimden çok kiminle gittiğim daha önemlidir benim için. Kabına sığmazlığımı hoş görecek ,güven duyacağım, yapmak istediklerimi engellemeyecek büyüklerim olsun isterim yakınımda.
Evde tatil planları başladığında benim sorularımda başlar.
Nereye gideceğiz?
Kiminle gideceğiz?
Kaç gün kalacağız?
Karar verildiği andan itibaren dualarımda başlar.”İnşallah çok ödevim olmaz” diye.
Bir türlü anlayamam tatilde verilen ödevi. Ödev olursa tatil olur mu? O zaman tatil yapmış mı oluyoruz yani? Peki biz ne zaman dinleneceğiz? Dinlenmek ve tatil hakkımız ise onca ödev neden?
Arkadaşlarımız ile tartışırız ama bir türlü cevabını bulamayız bu soruların.Büyüklerimiz bizi anlamıyor diye üzülür, sanki onlar hiç çocuk olmadılar diye düşünürüz.
Katlanırız istemeye, istemeye çaresiz.
Bazen ben farklı bir çocuk muyum acaba? diye sorgularım kendimi. Sonra herkesin farklı olduğunu görür sevinirim.
İyi ki farklıyız. O kadar çok ki farklarımız.
Düşüncelerimiz, boylarımız, renklerimiz, aile yaşantımız daha neler ,neler .Ama hepsi de bizi biz yapan şeyler.
Yaşadıklarımız da farklılaştırır bizi. Karşımıza çıkan güçlükler yaşam direncimizi artırır.Başkalarını tanımak, onların yaşadıklarını izlemek, dertlerini paylaşmak umduğumuzdan daha çabuk büyümemize neden olur. Bir yandan boyumuz uzarken diğer yandan duygularımız büyür alabildiğine.
Puket Adası’na yaptığımız tatil de beni birkaç yaş büyüten deneyimler ile doluydu.
Tayland dedikleri bir ülkeye gittik önce. Sonra bir saatlik uçak yolculuğunun ardından vardık adaya. Yorgunluktan bitkin bir halde otelimize ulaşıp derin bir uykuya daldık.
Üç yaşındaki kardeşimin ağlaması ile uyandık hepimiz. Ada bacaklarını göstererek ağlıyordu durmaksızın. Önce kızdım ona bizi uyandırdığı için. Ama bacaklarındaki sivrisinek ısırdıklarını gördüğümde ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Tam 45 yerden ısırmışlardı. Bir taraftan ısırıkları sayarken diğer taraftan öfke doluyor odanın içinde sivrisinek arıyordum.
Neredesiniz lan, çıksanıza karşıma diye bağırıyordum.
İçim yanıyordu. Ben bir tanesi ısırdığında kaşıntıdan duramazken minicik kardeşim nasıl dayanacaktı. İşte o zaman anladım onu ne kadar sevdiğimi.
Sarıldım sıkı sıkı. Üzgün yüzünü okşayın gözyaşlarını silmeye çalıştım. Kardeş sevgisini, abi olmayı daha çok öğrendim o an.
Ertesi gün f illerin, akbabaların nasıl terbiye edildiklerine şaşırdım. Renk renk ,boy boy balıklar gördüm. Büyük balıkların küçük balıkları nasıl yuttuklarını izledim. Doğadaki beyni olan her canlının öğreneceği ve bize göstereceği ne çok şey varmış meğer.
Tekne ile açıldığımız bir gün küçük miço Abdullah ile tanıştım. Onun kimse ile paylaşmadığı anılarını benimle paylaşırken akıttığı göz yaşlarını, yaşam öyküsünü de asla unutmayacağım.

Sıska vücutlu, kara tenli, kapkara gözlü küçük bir çocuk Abdullah. Sazlardan yapılmış küçük bir kulübede doğmuş. Ne yazık ki annesi doğumdan kısa bir süre sonra yakalandığı amansız hastalık nedeniyle öldüğünde henüz 6 aylıkmış Abdullah. Kendisinden 10 yaş büyük ablası büyütmüş onu.
Babasını da hiç tanımamış. Söylediklerine göre annesi kendisine hamile iken yitirmiş balıkçı babasını. Fırtınada alabora olan teknesinden kurtulmaya çalışırken köpek balıklarına yem olmuş ne yazık ki.
Ablası Hindistan cevizlerinin sütü ile beslemiş onu bir süre .Denizden yakaladığı,topladığı ne varsa yenecek ,yemişler birlikte .
Minik adalarında yaşayan diğer aileler de çok fakirmiş. Erkekler balığa gidiyor,kadınlar ve çocuklar kıyılara vuran deniz kestanelerini topluyormuş.
Bir gün tanımadıkları pek çok insan gelmiş adaya. Hiç anlamadıkları bir dilden konuşuyorlarmış.
Bir süre sonra otel yapılacağını öğrenmişler evlerinin yerine. Büyük bir korku sarmış yüreklerini. Savunmasızca beklemeye başlamışlar.
Yapacakları hiç bir şey yokmuş.
Derken gelmiş beklenen günler.Büyük binalar, deniz üzerine bungalovlar yapılmış. Deniz uçakları uçmaya başlamış çevrelerinde. Sayısız tekneler, sayısız insanlar taşımışlar adaya.
Kendilerinin olan evleri yokmuş artık. Otelin bir köşesine yapılmış barakalarda yaşayıp otelde çalışır olmuşlar.
Ablasına çöpleri süpürme görevi verilirken kendisine de boğazı tokluğuna miçoluk görevi verilmiş.
Hiç okula gitmemiş Abdullah. İngilizceyi ise turist taşırken duyduklarından öğrenmiş.
…………….

Yukarıdaki yaşanmış hikaye; torunlarımdan Tuna’yı hikaye yazmaya teşvik amacıyla yazılmıştır.